İçeriğe geç

Ruz i gar ne demek ?

Ruz-i Gar Ne Demek? Zaman, Güç ve Toplumsal Düzenin Derin Anlamı

Bir siyaset bilimci olarak güç ilişkilerini, toplumsal düzenin görünmeyen yapılarını ve ideolojinin birey üzerindeki etkilerini incelediğimde, dilin politik anlam üretimindeki gücüne sık sık rastlarım. Tarih boyunca her kelime, yalnızca bir anlam taşıyıcısı değil; aynı zamanda bir iktidar aracı olmuştur. “Ruz-i Gar” ifadesi de bu anlamda dikkat çekicidir.

Farsça kökenli bu söz, “zamanın günü” veya “kaderin günü” anlamına gelir. Ancak bu sade çeviri, kavramın politik ve toplumsal derinliğini tam olarak yansıtmaz. Çünkü “ruz-i gar”, bir kaderin veya tarihin belli bir dönüm noktasını temsil eder. Peki, modern siyaset bu kadim kavramı nasıl yeniden üretir? Güç, ideoloji ve vatandaşlık bağlamında “ruz-i gar” bize ne anlatır?

Zaman ve İktidar: Ruz-i Gar’ın Politik Yorumu

Zaman, iktidarın en ince biçimde yönettiği bir olgudur. Siyaset bilimi açısından zamanın yönetimi, iktidarın toplum üzerindeki denetim biçimidir. Ruz-i gar, yani “tarihin dönüm noktası”, bu anlamda bir iktidar yeniden dağıtımının metaforudur.

Devletler kendi “ruz-i gar”larını yaratır: darbeler, devrimler, reformlar ya da krizler…

Foucault’nun iktidar analizine göre, güç yalnızca baskıyla değil, bilgi ve zaman üzerinden de işler.

Bir toplumun “kritik an”ı, yani kendi “ruz-i gar”ı, kimlerin konuştuğu, kimlerin susturulduğu, kimlerin tarihe yazıldığıyla belirlenir.

Şu soruyu sormak gerekir: Tarihi kim yazar — kazananlar mı, yoksa sessiz kalanlar mı?

Bu soru, yalnızca geçmişe değil, bugüne de yöneliktir. Çünkü her iktidar, kendi “ruz-i gar”ını ilan ederken, aynı zamanda kendi meşruiyetini kurar.

Kurumlar, İdeoloji ve Zamansal Meşruiyet

Her siyasal kurum, varlığını zamansal bir gerekçeye dayandırır.

Bir anayasa, bir rejim veya bir ideoloji, “doğru zaman”da ortaya çıktığını iddia eder. Ruz-i gar burada, siyasal meşruiyetin takvimidir.

Bir rejimin çöküşü, bir devrimin başlangıcı ya da bir ulusun yeniden doğuşu — hepsi bir “ruz-i gar” anıdır.

Ancak bu an, yalnızca politik bir olay değil; aynı zamanda ideolojik bir üretimdir.

Devletler, kendi “kurtuluş günü”nü, “zafer haftası”nı ya da “demokrasi bayramı”nı ilan ederken aslında bir zaman ideolojisi inşa ederler.

Bu noktada sorulması gereken bir başka provokatif soru şudur: Devletlerin zamanı mı vardır, yoksa zaman devletleri mi şekillendirir?

İdeoloji, zamanı donuklaştırır; onu kutsal bir hikâyeye dönüştürür.

Vatandaş ise bu hikâyenin içinde kendine bir yer bulmak zorundadır.

Vatandaşlık ve Tarihsel Bilinç: Ruz-i Gar’ın Bireydeki Yansıması

Vatandaşlık yalnızca hukuki bir statü değil, aynı zamanda bir zamansal aidiyettir.

Bir birey, hangi tarihe inandığıyla, hangi geçmişi sahiplendiğiyle ve hangi geleceği hayal ettiğiyle politik bir özne haline gelir.

“Ruz-i gar”, bu bağlamda bireyin toplumsal kimliğiyle çatıştığı veya uyum sağladığı dönüm noktalarını simgeler.

Bazı insanlar için “ruz-i gar”, bir özgürleşme anıdır; bazıları için ise bir kayıp.

Kimi için cumhuriyetin ilanı, kimi için bir rejim değişimi; kimi için bir devrim, kimi için bir travmadır.

Bu durum, erkeklerin ve kadınların tarihsel rol algılarını da etkiler.

Erkekler, çoğunlukla stratejik ve güç odaklı bir tarih anlatısı kurarken, kadınlar toplumsal dayanışma ve katılım üzerinden tarihle bağ kurar.

Bir erkek “ruz-i gar”ı bir zafer günü olarak hatırlayabilirken, bir kadın aynı günü toplumsal dönüşümün başlangıcı olarak görebilir.

Bu farklılık, siyaset bilimi açısından önemli bir soruyu doğurur: Tarihi güç mü şekillendirir, yoksa dayanışma mı?

İdeolojik Zamanın Kadınsı ve Erkeksi Yüzleri

Toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında “ruz-i gar”, sadece politik değil, duygusal bir simgedir.

Erkek bakışı, zamanı bir kontrol nesnesi olarak görür; onu yönetir, biçimlendirir, sahiplenir.

Kadın bakışı ise zamanı bir ilişki alanı olarak algılar; geçmişi, bugünü ve geleceği bağ kurarak anlamlandırır.

Dolayısıyla “ruz-i gar” yalnızca tarihsel bir dönüm noktası değil, aynı zamanda duygusal bir dönüşüm anıdır.

Toplumun iyileşmesi, sadece güçle değil, empatiyle mümkün olur.

Ve belki de asıl dönüşüm, bu iki bakışın —stratejik ve insani olanın— birleştiği yerde başlar.

Sonuç: Her Toplumun Kendi Ruz-i Gar’ı

Ruz-i gar ne demek?” sorusu, aslında “bir toplum ne zaman değişir?” sorusunun tarihsel biçimidir.

Her ulusun, her bireyin kendi “ruz-i gar”ı vardır: bir uyanış anı, bir kırılma noktası, bir yeniden doğuş.

Siyaset bilimi açısından “ruz-i gar”, iktidarın yeniden dağıtıldığı, ideolojinin sorgulandığı ve vatandaşın yeniden tanımlandığı andır.

Belki de asıl mesele, bu anı fark edebilmekte gizlidir.

Son olarak şu soruyu düşünelim: Senin kendi “ruz-i gar”ın geldi mi, yoksa hâlâ başkasının zamanında mı yaşıyorsun?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mecidiyeköy escort
Sitemap
grand opera bet güncel giriş